13 Kasım, 2011

Snickers reklami

Uzun zamandir TRde reklam izleyemiyordum, çunku malum eski pop sarkilarinin reklamdaki urune uygun sozlerinin degistirilip yazilmasi, ya da gunumuzde "populer" olan sarkilarin sozlerinin degistirilip, hatta bide o sarkiyi soyleyen sarkicinin *bkz Atiye vs da reklamda yer almasi filan fena baymisti yani.. Ne kadar s*k*ndirik reklamlar varsa hepsi var. Snickers Amerika'da da Aretha Franklin'le orijinal bir reklam çikartmis ortaya, TRde de çok iyi uyarlamislar bence. Super iki isim var. Safiye Soyman'i iyiki seçmemisler. Castingi hakkaten kutluyorum. Tek killandigim, ki bunu baskalarindan da duydum, Gonul Yazar'in kesilmesi. Kesmeyin yahu! Kaç dakikaki zaten reklam??
Meraklisina US reklami:


GONUL YAZARI KESMEYIN YA KESMEYIN.
Sevgiler

20 Ekim, 2011

TV is dead, yasasin Diziport...


Valla tiksine tiksine TVde zap yapiyorum, halime aciyorum.. Bundan yaklasik 10 yil once "agali asiret dizileri" moda olmustu, sonra "holdingli" aile dizileri -hatta bu holdingli aile asiret aile olan bir diziyle birlesip Voltran olusturdu, o da Fox TV'nin akla zarar mantik otesi 2 dizisi: Lale Devri ve Yer Gok Ask-, "mahalle" dizileri, ki bunlarda artik 70 IQ alti ya da 5-10 yas grubuna hitap eden inanilmaz komplike senaryolari, "polisli" diziler -ama en beklenmeyen çikisi Arka Sokaklar yapti prime time saatine geçerek- ve son furya: roman ve eski film uyarlamalari..


Daha ne feci ornekler vardirda benim aklima bunlar geldi. Ya hadi kitabi aldin okudun, senaryolastirdin, dallandirdin budaklandirdin, hiç bitemiyecekmis gibi bir hal aliverdi dizi, sen bile karar veremedin nasil biticek diye.. Arada sirada fragmanina denk gelen biz izleyiciye de mi acimiyorsun be insafsiz?? Yaprak Dokumu'nde o mal abi Sevket kaç kere hapise girip çikti, evin babasi kaç kere kalp kriziydi yok bilmemneydi geçirip durdu, anne hep ayni saskin ayni mal ifade suratinda, kizlar desen dunyada baska erkek kalmamis gibi saçsaça basbasa.. Haydi onu geçtik, Ask-i Memnu gibi mukemmel bir dizi çikmis ortaya her nasilsa.. O ne final ya.. Yakisti mi? "Ben..hep..begggn.." diye kekeleyip duran angut bir Behlulu biz napalim?? Birde simdi Kivanç'in nesine guvenerek Kuzey ve Guney gibi bi dizi çekiyosun be adammm. Bak berbat bile diyemiyorum, yani ne anlattigini kendisi de bilmiyor bu dizinin, kameramanda ben Kivanç'i çekiyim yeter diyor heralde, yani bu kadar s*kko bi dizi gormedim daha. Biraz aksiyon gelmis diye bakarken yine abuk subuk "gerçekçi" detaylara takiliyor gozum, polisin ceza meza yazmasi, Kivanç'in dovmelerini kapatmak için makyoze verilen paraya aciyan produksuyonun Kivanç'in kendisine ve karakterine ozel aninda dovme yaptirmasi, ucuzluktan alisveris yapmasi.. Hakkaten igrençti yani. Yedik bizde.
 
Birde Iffet ve Al Yazmalim çikti piyasaya.. Eeee sadece Fatmagul mu yesin film uyarlamasinin ekmegini? Hadi Fatmagul en azindan Kanal D dizisi belli, Iffet ne ayak acaba.. Flash TV için çekilmis, ama Star'a postalanmis gibi. Berbat oyunculuk, arka sokakta geçen yavan apaçi aski.. Ya aglasip ayrilmaya karar verdikleri sahne neydi ya?? Arkasindan baristilar tabi, o da evin bahçesinde 2 metrelik alanda Yesilçam kosusu atip ev terlikleriyle birbirlerine sarildilar.. Kavgalarinin sebebi gunde 1290393 saat gorusememeleri, ama tabi biz izlerken diziyi masallah hiç ayri kalmadilar ki! Deniz Cakir kotu, çirkin, çoook zayif ve suratindaki kemikler zayifliktan bi garip hal almis, mahalle kizi tipi yok, rol arkadasi Ibrahim Celikkol FECI kotu, hersey kotu.. Tek izlenme nedeni tabiiki de insanlarin Deniz Cakir'i kotu yola dusmus halini gorme fantezisi, ha bide tabii ilk bolumle gelen tecavuz sahnesi..

"Sizinle evlenicem, ama kariniz olmicam" dedi az once mal kari Bir Cocuk Sevdim dizisinin fragmaninda. BSG MK. Buda Kanal D'nin OBGZ tarzi dramlarindan birisi. Yedik bizde. Sozde kati bir babasi var, daha yasiyorsun ona sukret, birde geziniyo ortalikta rahat rahat.. Ne anliyosak boyle dramlardan? Ben çozumu yillardir Diziport izlemekte buldum. Hayatimda izledigim en iyi dizilerden biri diyebilecegim Breaking Bad, Fringe ve Dexter yeni sezonlarina tam gazla basladi ve yine muhtesem gidiyor. Her sezon diger rakipleriyle degil, bir onceki sezonlariyla yarisiyorlar. Breaking Bad'de oynayan Bryan Cranston ve Aaron Paul oyunculuk dersi veriyorlar. Bizim mal oyuncularimiz izleyip biraz birseyler anlarlarsa ne ala.  
Cranston'in canlandirdigi Walter White baska turlu olamazdi, evrimine birebir sahit olabiliyoruz çunku. Fringe ise LOST'un yaraticisi olarak taninan J.J.Abrams'in eseri yine. LOST'ta havada kalan bilimkurgu sorularina Fringe'de daha çok agirlik vermis Abrams, zaten boyle istemismis, zira zaafi varmis bu konulara. Cok da iyi yapmis, TV ekranlarina suana kadar gelen en iyi bilimkurgu dizilerinden birisi bence Fringe ve hakettigi rating'i henuz bulamadi ABD'de. Onlar hala gitsin s*k*k Mad Men'i izlesinler.. Son olarak bir baska oyunculuk harikasi olan-hatta sovu denebilir- Dexter var ekranlarda 6 sezondur. Michael C. Hall Six Feet Under dizisinde gay erkek kardes rolunde zaten kendini kanitlamisti, ama bu karakteriyle birebir zit, masculin, seri katil bir tip Dexter ile iyice astigini dusunuyorum. Zaten Cranston ve kendisi Altin Kure ve Emmy odullerinde her sene kapisiyorlar. Dexter'in bir baska artisi, her sene bir ana temasi olan seri katilin varligi.. Dexter her sezon yeni insanlarla tanisiyor ve yeni seri katil avina dusuyor, boylelikle misafir oyuncu kadrosu da çok saglam. Breaking Bad bazen one man show'a donusuyor, hatta oyle ki -bu ornegi de hep veririm yaa- Sartre'in No Exit adli eserini hatirlatiyor bazi bolumler. Mesela 2.sezonun 9.bolumunde "4 Days Out" iki karakter (Walter ve Jesse) karavanda uyusturucu hazirliyorlar, daha sonra karavanin akusu bitiyor ve motoru çalistirmak için ugrasmak zorunda kaliyorlar. Tum bolumde sadece ikisi var-kapali alan, uzun diyaloglar, ofke, disavurum, yuzlesme vs hepsi No Exit'i hatirlatiyor-. Fringe ise alternatif gerçeklige inandiricilik derdi olmadan insani surukluyor ki, bu da anlatilani daha inanilir kiliyor. Ayrica basrolde Anna Tory'nin canlandirdigi Olivia Dunham adli FBI gorevlisi tamamiyle aseksuel bir imge. Ne kadinlar onunla kendisini içsellestirebiliyor, çunku gerçekten çok soguk ve travmatik bir karakter, ne de erkekler onu çekici bulabiliyor, çunku fazlasiyla masculin ve içine kapanik. Yine de Peter-Olivia-Alternatif Olivia uçgeni nasil çozulucek diye bekliyip duruyoruz..

Daha sadece 1 sezonunu izledigim için Game of Thrones hakkinda birsey soyliyemeyecegim, ama hikayelerin 2.sezonda daha net bir sekilde kesisecegi belli. Birde kitaplari okumak lazim tabii. Bunlarin disinda artik içtenlikle HIMYM ve TBBT izlemedigimi belirtmek isterim, baydilar.. Artik Sheldon Cooper ve Barney Stinson çekici gelmiyor.. Basroldeki karakterlere noooldu diyosun diziyi izlerken, yani yan rolun ne anlami var o zaman? Game of Thrones'tan biraz ders almalilar, zira her karakter bir basrol gibi!

Neyse bu dizileri rahatlikla izlememi saglayan Diziporta tesekkurler, beni de igrenç yerli dizilerden kurtarmis oluyor. Korsan yayina evet, eger TR'de yayinlansaydi bu diziler, 90 dk.lik sureleri zaten 60dk.a duserdi...


13 Ocak, 2011

Otobusgezerin düsü

Bu sana tanimadigimiz insan :

Her gun geçtigimiz sokaktan sende geçtin, onune bakarak yurudun, ust geçiti kullandin, sonra otobus duragina gittin. Otobuse bindin kulaginda kulaklik, sagina soluna pek bakmadin. Aksam dondun, kendine bir kahve aldin ve evine dogru yurudun. Ayni marketten ekmek aldin yine.
Biz de sen o sokakta yururken tam arkandaydik. Hatta bazen yanyana durup simitte aldik, sen bizim paralarimizi bir turlu cuzdanimizda bulamamamiza sinir oldun, bizse sabahin o saatinde senin gicik haline anlam veremedik. Ayni ust geçidi kullanirken sen onumuzdeydin, mp3 çalarindan sarki seçtigin için birara merdivenlerde yavasladin, arkandan biz sinir olduk. Sonra sen otobuse binerken de senin onune geçtik. Belki de oturacagin son bos koltuga oturduk.
Sen kendi rutininde belki baska sehirdeydin, bizse burada. Belki mp3 çalardaki sarkilar tesaduf etti, belki de birara yuzunu gosteren gunesi gorup gulumseyen hallerimiz. Sen de sigarasini hizlica sondurup otobuse binenlere kufur ettin içeriyi nikotin kokuttular diye. Seni gormelerine inat sana çarpanlara, yere tukurenlere, bombos yuruyen merdivenlerde basamaklari isgal edenlere… Sonuç : ne sen bizi, ne biz seni tanidik.
Senaryoyu soyle yazalim : Sokakta yururken sen birara kafani kaldirdin, karsidan biz geliyorduk. Kendinden hiç beklemedigin birseyi yapiverdin birdenbire. Gulumsedin. Biz de sana gulumsedik. Saatine baktin : 08:05. Ertesi gun ayni yoldan geçerken saatine bakindin durdun. Bu sefer 07 :55. Yine yanindan geçtik, sen yine gulumsedin. Bu saatte ve bu sogukta yanliz olmadigini fark ettin. Sonra simitçide karsilastin onlarla, sonra durakta, sonra misircida. (Yanliz oldugunu fark eden her insan gibi biz de bu senaryoyu tercih ettik.)
Biz ne yaptik ? Sen konusmadan konusmama karari aldik. Bu kararin sonucunda da sen bir daha o yolda o saatte geçmedin, bizde tekrar kaldirimlardaki çukurlara bakarak yurumeye devam ettik.
Konussaydik ne olurdu ? Belki bu tesadufun sonucu her zaman tanimak isteyip de bir turlu taniyamadigin, karsilasamadigin insanla tanisacaktik. Hikayenin bu kismi daha pozitif. Yanlizliktan yabancilara tutundugunu çok yuzune vurmuyor. Ayrica etrafin o kadar kalabalikken, seni o kadar iyi tanimalarina ragmen herseye siçan insanlarin yaninda bu tanimadigin « yabanci » belki de hayatini oyle bir doldurucakti ki, sen de geçmisine uzulmeyi birakicaktin iste. Etrafin belki bu yabancilarla dolu hep senin onlarla konusmani bekleyen. Ve belki hepsinin kafasinda da ayni soru.

« All the lonely people, where do they all come from ?
All the lonely people, where do they all belong ? »

Eleanor Rigby gibi bizde bu sorulari soruyoruz tabiki. Tum bu yanliz insanlar sen nerden geliyorsan oradan geliyor iste. Ayni rutinin içinde sikisip kalmis, ve bu yuzden de geçmisinden silkelenip kurtulamamis insanlar. Dahasi yeni insanlara guvenemeyenler. Her yanlizlik çeken de bunlari dusunmez miydi ama ? Sabahin sogugunda o ust geçitten tek geçen bitek sen olmak istemezsin. O « yabancilar » da senin hayali arkadasin olur iste.



31 Aralık, 2010

Bir Yeni yil tiradi

   Herseyi cok kolay eskittigimiz yine bu yeni yil'la artik iyice belirginlesiyor. 2010 kotu olucak biranda. Sevimsiz, pis, kotu anilarla dolu. 2011 hep yeni, herseyin yenisi, ama en guzeli. Onu da cabucak tuketiveririz zaten. Ama ya yeni olan, aslinda eskinin tekerrur etmesinden baska birsey degilse? Yani, bizim yeni diye adlandirdigimiz seyler, gayette gecmisin gunumuze bir projeksiyonu olabilir.Ya da biz yeni seyleri hala gecmisimize gore yorumlandiriyor olabiliriz. Mesela artik insanlar cocukluk resimlerini cok rahat baskalariyla paylasabiliyorlar. "Ben boyleydim, bakin ne kadar sevimliyim, beni aslinda boyle dusunun, ben hala sevimliyim, hep icimde o cocuk var, vs." Gecmise bir tutunma derdi. Universiteye girince "Keske lise olsaydi hala", universite bitip is hayati baslayinca da "Keske universitede olsaydik" diyenlerin sayisi ne kadar fazla. Hele birde bunun otesinde gecmiste yasanan seylerin tesaduf olmadigini, bunlarin aslinda daha baska anlamlara geldigini dusunenler de var. Kendimi de buna katarak biraz alay etmek istiyorum. Gecmisin mitosu bir golge gibi hep uzerimizde, bir halta yaradigi da yok, e ne o zaman? Yeni seylere baslama, adim atma korkusu mu, o mukemmel seyin artik olmayip, bir daha ulasilamayacagini bilmek, ve bunun acisiyla mazosist hazlari yenilere tercih etmek mi? Ya da -bence bu tabiri caizse en loser'i- "Bu da olmadi iste" diyip, yenilgiyi kabul etmek mi? Ben de oyle bir soyledim ki, sanki bir yerlerde savas oluyor ve biz de cephedeyiz, illa ki mucadele olacak. Durum tabi ki bu degil, durum sadece tarihin kendisini tekerrur etmesiyle ortaya cikan "tesadufi" olaylara bizim baska anlamlar katmamiz. Ya da ILLA KI katmak istememiz. Kendime de kiziyorum zira bende olaylara, hatta gereksiz insanlara baska anlamlar yuklemeye bayiliyorum. Kendim de dahil herkese kafa atasim geliyor bu noktada. Gecmisin mitosu olmaz kardesim, bu kadar. O ancak klasik edebiyatta, antik yunanda olur. Biz de Antigone'yi, Phèdre'i, Electra'yi temcit pilavi gibi isitit isitir yeriz. Ama bu mitoslasmis insanlar gunumuzde olamayacak kadar kusursuzdur. Bizse kusurlarimizi daha kabul edemeyecek kadar kibirli.
   2011 yeni dersler getirecek herkese, bu belli. Belki 2010 oldugu gibi tekrar edecek. Yenilestirme çabalari altinda eski sevgililer, dostlar, anlasmazliklar kabul gorecek ve bir kez daha, bundan 12 ay sonra bu sene lanetlenicek. Herkese simdiden kolay gelsin, bana da. Bu sarkiyi da lutfen dinleyin, tarih hakikaten tekerrur ediyor. Degistim diyen insan da seneler sonra ayni kimlige geri burunuveriyor.

History repeats itself
Coiling down into the future
When it's one second to twelve
The hands touch and furrow deeper

History repeats itself
I didn't learn, I wouldn't listen
I couldn't see the books were on the shelf
For my concern, I never missed 'em

Wish I was standing by the shore
Feel the wind blow in my face
See the waves roll in for an encore
They take a bow, they know their place

I do not want, I do not feel
I've turned inward on myself
I can't find anything that's real
But history repeats itself

20 Kasım, 2010

Yanik Dondurma tadinda

    Her Antalya'li muhakkak yemistir yanik dondurmayi. Dondurma yapilirken süt bilerek yakilir, sade ve kakaolu türü vardir ve herkesin dedigi gibi, artik çok iyi yapan bir yer pek kalmamistir Antalya'da. Yani sanki biz iyinin bir taklidini yiyoruz yillardir, halbuki Finike ve Korkuteli dogumlu olanlar inanin Yanik dondurmanin allahini yemislerdir. Ama ben ne diyorum, o dondurma, hani Antalya'li olmayan ve kendisini Antalya'li hissetmeyenlerin hiç sevemedigi, çamur attigi dondurma, senin Antalya'n gibidir. Biz ilk Antalya'ya geldigimizde ne yalan söyliyeyim, sevmemistim burayi. Akdenizin o kavurucu iklimi, yüksek falezler, sahil kenarinda yürüme yollarinin olmamasi 10 yilini güney ege'de geçiren benim için pek de içaçici degildi dogrusu. Ama sonra ne olduysa oldu. Ben Akdenizli olmusum, hem de çakma Antalya'li olsamda!
Daha bugün liman'in orada küçük bir bistroya oturduk, bistroda çalisan amcayla arkadasim konusmaya basladi. Amca tipki benim gibi has be has Antalya'li degildi. Degildi de, bir Antalyali'dan daha fazla oranin tadini çikariyordu. Misal çogu Antalya'linin gördügünde çikmayi gözünün yemedigi 40 merdiven'i hergün en az bir kere çiktigini söyledi. Bende ne zaman o dev basamaklari görsem gözüm korkar, ama eskiden kalan bu basamaklarin hala sehre giden bir yolu açmasi da beni bir o kadar büyüler. Buarada konustugumuz amca Selanik dogumlu, göçmen bir amca. 15 senedir Antalya'da yasiyor keyfini çikararak. Bizimkilerde Antalya'li degil, ama neden bu sehiri seçmisler yasamak için derseniz cevabini ben de bilemem. Belki de kendini burada "yabanci" hissetmedigindendir. Ben Antalya hariç hangi sehire gitsem "Antalyali" damgasini yedim. Ne giysem, nasil konussam yaranamadim. Hava 20° buldugu anda günesi görüp tisörtümle sokaga firladim, Ankara'da parmak arasi terliklerimi giymekten çekinmedim, kisa etek ve sort giyenleri garipsemedim, süt simitimden de vazgeçmedim. Ama Antalya'da siz bunlari yasamazsiniz iste. Hangi sehirden gelirseniz gelin, bu sehir kabul eder sizi. Once yanik dondurmanin tadina bakarsiniz çevrenizin gazina gelerek, begenmezsiniz tabi alisik olmayinca. Ama siz fark etmeden bile bir bakmissiniz, kaniksamissiniz o essiz tadi, tipki Antalya gibi. Artik denizi görmeden evinize dogru yürümek, ya da bir parktan geçmek rahatsizlik vericektir size. Ustüne üstlük kimse size "Ben Antalyali'yim" diyerek üstünlük taslamaz. Cünkü Antalya karisiktir ve herkes hosgörüyü asil bundan bulur. Nasil mi?
Parka gece saat kaç olursa olsun elinizde içkinizle indiginizde kimse sizi rahatsiz etmez, hatta bakmaz bile. Izmir'de yasadiginiz otobüse inme-binme stresi, agresif insanlar, asiri kemalist veya dinci kesimler de yoktur Antalya'da. Varsa bile size kimse karismaz. Antalya'da insanlar etiketlenmemistir çünkü. Ama ben bu toleransin ne yazik ki baska sehirlerde oldugunu düsünmüyorum. Hatta elinde Orhan Pamuk'un kitabi oldugu için otobüsteki amcadan laf yiyen Izmir'de okumus olan arkadasimin anlattiklarina bakicak olursam, Antalya'yi öpüp basimin üstüne koymak istiyorum.
Sicagi da meshurdur tabi, yakar kavurur Temmuz ve Agustos  ayinda. Halkin çogu yaylaya çekilir, gençler kaleiçine ve beachpark'a akin eder, çalisanlar her haftasonu tatil yapma sansini bulur. Ama o yakicilik, tipki sütü yanan dondurma gibi, Eylül ve Ekim ayi oldu mu tatli gelmeye baslar size. Kasim ayinda hala evinizden çikip 15-20dk.a denize gidip yüzebilmeniz de yazin tadini damaginizda birakir hep. Daha çok sey var aslinda söylemek istedigim ama, blog amacini asiyor herhalde. Bir çakma Antalya'li olarak, her çakma Antalyali'yi selamliyor ve yeni gelenlere de dondurmayi tatmalarini siddetle tavsiye ediyorum.