31 Aralık, 2010

Bir Yeni yil tiradi

   Herseyi cok kolay eskittigimiz yine bu yeni yil'la artik iyice belirginlesiyor. 2010 kotu olucak biranda. Sevimsiz, pis, kotu anilarla dolu. 2011 hep yeni, herseyin yenisi, ama en guzeli. Onu da cabucak tuketiveririz zaten. Ama ya yeni olan, aslinda eskinin tekerrur etmesinden baska birsey degilse? Yani, bizim yeni diye adlandirdigimiz seyler, gayette gecmisin gunumuze bir projeksiyonu olabilir.Ya da biz yeni seyleri hala gecmisimize gore yorumlandiriyor olabiliriz. Mesela artik insanlar cocukluk resimlerini cok rahat baskalariyla paylasabiliyorlar. "Ben boyleydim, bakin ne kadar sevimliyim, beni aslinda boyle dusunun, ben hala sevimliyim, hep icimde o cocuk var, vs." Gecmise bir tutunma derdi. Universiteye girince "Keske lise olsaydi hala", universite bitip is hayati baslayinca da "Keske universitede olsaydik" diyenlerin sayisi ne kadar fazla. Hele birde bunun otesinde gecmiste yasanan seylerin tesaduf olmadigini, bunlarin aslinda daha baska anlamlara geldigini dusunenler de var. Kendimi de buna katarak biraz alay etmek istiyorum. Gecmisin mitosu bir golge gibi hep uzerimizde, bir halta yaradigi da yok, e ne o zaman? Yeni seylere baslama, adim atma korkusu mu, o mukemmel seyin artik olmayip, bir daha ulasilamayacagini bilmek, ve bunun acisiyla mazosist hazlari yenilere tercih etmek mi? Ya da -bence bu tabiri caizse en loser'i- "Bu da olmadi iste" diyip, yenilgiyi kabul etmek mi? Ben de oyle bir soyledim ki, sanki bir yerlerde savas oluyor ve biz de cephedeyiz, illa ki mucadele olacak. Durum tabi ki bu degil, durum sadece tarihin kendisini tekerrur etmesiyle ortaya cikan "tesadufi" olaylara bizim baska anlamlar katmamiz. Ya da ILLA KI katmak istememiz. Kendime de kiziyorum zira bende olaylara, hatta gereksiz insanlara baska anlamlar yuklemeye bayiliyorum. Kendim de dahil herkese kafa atasim geliyor bu noktada. Gecmisin mitosu olmaz kardesim, bu kadar. O ancak klasik edebiyatta, antik yunanda olur. Biz de Antigone'yi, Phèdre'i, Electra'yi temcit pilavi gibi isitit isitir yeriz. Ama bu mitoslasmis insanlar gunumuzde olamayacak kadar kusursuzdur. Bizse kusurlarimizi daha kabul edemeyecek kadar kibirli.
   2011 yeni dersler getirecek herkese, bu belli. Belki 2010 oldugu gibi tekrar edecek. Yenilestirme çabalari altinda eski sevgililer, dostlar, anlasmazliklar kabul gorecek ve bir kez daha, bundan 12 ay sonra bu sene lanetlenicek. Herkese simdiden kolay gelsin, bana da. Bu sarkiyi da lutfen dinleyin, tarih hakikaten tekerrur ediyor. Degistim diyen insan da seneler sonra ayni kimlige geri burunuveriyor.

History repeats itself
Coiling down into the future
When it's one second to twelve
The hands touch and furrow deeper

History repeats itself
I didn't learn, I wouldn't listen
I couldn't see the books were on the shelf
For my concern, I never missed 'em

Wish I was standing by the shore
Feel the wind blow in my face
See the waves roll in for an encore
They take a bow, they know their place

I do not want, I do not feel
I've turned inward on myself
I can't find anything that's real
But history repeats itself

20 Kasım, 2010

Yanik Dondurma tadinda

    Her Antalya'li muhakkak yemistir yanik dondurmayi. Dondurma yapilirken süt bilerek yakilir, sade ve kakaolu türü vardir ve herkesin dedigi gibi, artik çok iyi yapan bir yer pek kalmamistir Antalya'da. Yani sanki biz iyinin bir taklidini yiyoruz yillardir, halbuki Finike ve Korkuteli dogumlu olanlar inanin Yanik dondurmanin allahini yemislerdir. Ama ben ne diyorum, o dondurma, hani Antalya'li olmayan ve kendisini Antalya'li hissetmeyenlerin hiç sevemedigi, çamur attigi dondurma, senin Antalya'n gibidir. Biz ilk Antalya'ya geldigimizde ne yalan söyliyeyim, sevmemistim burayi. Akdenizin o kavurucu iklimi, yüksek falezler, sahil kenarinda yürüme yollarinin olmamasi 10 yilini güney ege'de geçiren benim için pek de içaçici degildi dogrusu. Ama sonra ne olduysa oldu. Ben Akdenizli olmusum, hem de çakma Antalya'li olsamda!
Daha bugün liman'in orada küçük bir bistroya oturduk, bistroda çalisan amcayla arkadasim konusmaya basladi. Amca tipki benim gibi has be has Antalya'li degildi. Degildi de, bir Antalyali'dan daha fazla oranin tadini çikariyordu. Misal çogu Antalya'linin gördügünde çikmayi gözünün yemedigi 40 merdiven'i hergün en az bir kere çiktigini söyledi. Bende ne zaman o dev basamaklari görsem gözüm korkar, ama eskiden kalan bu basamaklarin hala sehre giden bir yolu açmasi da beni bir o kadar büyüler. Buarada konustugumuz amca Selanik dogumlu, göçmen bir amca. 15 senedir Antalya'da yasiyor keyfini çikararak. Bizimkilerde Antalya'li degil, ama neden bu sehiri seçmisler yasamak için derseniz cevabini ben de bilemem. Belki de kendini burada "yabanci" hissetmedigindendir. Ben Antalya hariç hangi sehire gitsem "Antalyali" damgasini yedim. Ne giysem, nasil konussam yaranamadim. Hava 20° buldugu anda günesi görüp tisörtümle sokaga firladim, Ankara'da parmak arasi terliklerimi giymekten çekinmedim, kisa etek ve sort giyenleri garipsemedim, süt simitimden de vazgeçmedim. Ama Antalya'da siz bunlari yasamazsiniz iste. Hangi sehirden gelirseniz gelin, bu sehir kabul eder sizi. Once yanik dondurmanin tadina bakarsiniz çevrenizin gazina gelerek, begenmezsiniz tabi alisik olmayinca. Ama siz fark etmeden bile bir bakmissiniz, kaniksamissiniz o essiz tadi, tipki Antalya gibi. Artik denizi görmeden evinize dogru yürümek, ya da bir parktan geçmek rahatsizlik vericektir size. Ustüne üstlük kimse size "Ben Antalyali'yim" diyerek üstünlük taslamaz. Cünkü Antalya karisiktir ve herkes hosgörüyü asil bundan bulur. Nasil mi?
Parka gece saat kaç olursa olsun elinizde içkinizle indiginizde kimse sizi rahatsiz etmez, hatta bakmaz bile. Izmir'de yasadiginiz otobüse inme-binme stresi, agresif insanlar, asiri kemalist veya dinci kesimler de yoktur Antalya'da. Varsa bile size kimse karismaz. Antalya'da insanlar etiketlenmemistir çünkü. Ama ben bu toleransin ne yazik ki baska sehirlerde oldugunu düsünmüyorum. Hatta elinde Orhan Pamuk'un kitabi oldugu için otobüsteki amcadan laf yiyen Izmir'de okumus olan arkadasimin anlattiklarina bakicak olursam, Antalya'yi öpüp basimin üstüne koymak istiyorum.
Sicagi da meshurdur tabi, yakar kavurur Temmuz ve Agustos  ayinda. Halkin çogu yaylaya çekilir, gençler kaleiçine ve beachpark'a akin eder, çalisanlar her haftasonu tatil yapma sansini bulur. Ama o yakicilik, tipki sütü yanan dondurma gibi, Eylül ve Ekim ayi oldu mu tatli gelmeye baslar size. Kasim ayinda hala evinizden çikip 15-20dk.a denize gidip yüzebilmeniz de yazin tadini damaginizda birakir hep. Daha çok sey var aslinda söylemek istedigim ama, blog amacini asiyor herhalde. Bir çakma Antalya'li olarak, her çakma Antalyali'yi selamliyor ve yeni gelenlere de dondurmayi tatmalarini siddetle tavsiye ediyorum.